8 Mart’ın öznesi sadece kadınlar değil, tüm insanlıktır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
Tarihselliğini ve taşıdığı felsefeyi kenara itip, sıradan bir feminist hareket, bir anma aktivitesi, bir dişi yakarış ya da bir tüketim aracı olarak görmek…
ya da GÖRMEMEK…

Ben bugünü kadınlar günü değil, insanlık günü olarak okuyorum.

Çünkü bugün, başta kadınlara olmak üzere tüm insanlığa yapılan bir ‘eleştirisel bakış’ çağrısıdır. Farklılıkları, ötekileştirerek değil, bir güç olarak olumlayabilme çağrısıdır. Tüm ezilenlerin direnişi için bir dayanışma kültürüdür.

İnsanların hem eril hem dişil yönlere sahip olduğu tözünden hareketle, konuyu kadın temelinden insan temeline taşıyanların savunucularındanım. İnsanlığa ve kendine yabancılaşmayanlardanım.

Bugünün kadınlar günü olarak kutlanması (?) ya da Birleşmiş Milletler’in Kadınlar birimi olması Marcuse’nin belirttiği gibi  ‘erkek egemen kapitalist uygarlığında’, kadınların bu egemenliği kabul etmesinden ve kendini ötekileştirme çabasından öteye geçemiyor.Görülmesi gereken, kadınların ve erkeklerin, bu ikiliğin, bir bütünlük, bir denge için gerekli olduğu. Toplumda bu iki ayrı gücün ayrıştıran, yani eril kültürü (performans, başarı ve rekabet)* yüceltip; dişil kültürü (şefkat, nezaket, insan ilişkilerine önem verme)* bir zayıflık olarak gören çarpık düzen, günümüz eleştirilerin gündemi. Terry Eagleton’nın Edebiyat Kuramı kitabında belirttiği gibi “Kadın hareketinin mesajı… erkeklerle eşit güç ve statüye sahip olmaları gerektiği değildir; bütün bu güç ve statülerin sorgulanmasıdır. Sorun… insan tarihi ‘dişilleştirilmezse’ dünyanın pek uzun süre devam etmeyeceğidir.”

Kadının kimliği ve yeri üzerine yoğunlaşan bugünde belki de atladığımız ya da hatırlamamız gereken önemli bir nokta var:

Toplumdaki roller ve modeller sadece kadın için değil, erkek için de var. Kadının annelik rolü, ev işi rolü, çocuğu için her şeyi düşünme rolü varken ve bu rollerin gerekliliği kapsamında kadın, bir takım kısıtlamalara, bölünmelere, yaşamdan vazgeçmelere, kendilerinden kopmalara, bitkinliğe maruz kalırken; erkekler de üzerine yüklenen evin direği rolü, eve ekmeği getirme rolü, erkek adam ağlamaz rolü, evde son sözü söyleme rolleriyle kendilerinden ve hayatlarından uzaklaşıyor. Gücü ve parayı yücelten kapitalist sistemde (eril kültürün hakim olduğu), kadınlar hem tam verimle çalışıp, hem de annelik rollerinin tüm gerekliliklerini (?) gerçekleştirmeye uğraşırken, kendi özlerine vakit ayıramıyorlar. Erkekler de evin geçimini sağlayan ve güzel bir eşe sahip (!) erkek rolü için, aklını iyi bir mevkiye yükseltmeye odaklıyor ve böylelikle, kendi özlerini dinlemeye vakit, istek bulamıyor. Özellikle günümüz beyaz yakalı çalışan annelerin dünyasında, “yetememezlik”, “kendine vakit bulamama”, “kalabalıklar içindeki yalnızlık” çığlıklarının giderek yükselmesindeki etkenin farkında olmadan oynanan rollerden kaynakladığını söyleyen ilk kişi ben değilim. Bu dengesizlik içinde, erkek ve kadının birbirlerini tamamlamasını beklemek çok güç.

Toplumun erkeğe yüklediği baskıcı rolünün, dengeyi nasıl bozduğunu, hem kadın hem erkek üzerindeki etkilerine Erendizü Atasü “Sessiz Ali” öyküsünde çarpıcı bir sadelikle değinmiş. O öyküden bir kesit:

“ – oğlum ali, efendi ol dedikse, bu kadar da alttan alma, yüz verme kadın kısmına. Başedemezsin. maaşın kaç kuruş a oğlum… Şunu isterim, bunu isterim, pabuç al, manto al, diye tutturursa görürsün, diyorlardı emmiler, dayılar.

Ali ayın ilk haftasında eriyen maaşına bakıp kahroluyordu;

-Kız, Gülsüm, diyordu, bak para sıkıntısı çekeceğiz, haberin olsun.

-Amaan Ali’m, düşündüğün şeye bak, ikimiz beraber olalım da, varsın sıkıntı çekelim, canımız sağ olsun, diyordu gülsüm. Ali’nin içi ısınıyordu. Ama sonra gene kuşkular sarıyordu Ali’yi. Ya Gülsüm numara yapıyorsa. Bunca saçlı sakallı adam yalan mı söyleyecek. Biraz sert olmalı demiyor mu hepside. Gülsüm’ün gözleri dikiliyordu karşısına uykusuz karanlıklarda, o gözlerin onca sevdiği bakışı, sevgi dolu. Ali kadınların gözlerinde böyle anlamlar okumaya alışık değildi. Ablaları kocalarına böyle bakmazdı. Nişanlıyken de böyle bakmazlardı. Saygıyla korkunun birbirine karıştığı donuk bakışlardı onlarınki. Oysa Gülsüm’ün gözlerinde neşe uçuşuyordu bir uçtan bir uca… Ali bakışların duygu örgüsünü bir bir tellerine çözemiyordu ama gitgide Gülsüm’ün sevdiği gözlerinden rahatsız olmaya başlamıştı. Yoksa gülsüm onu saymıyor muydu?

Ali gerildikçe geriliyordu. Kurulu bir yaya dönmüştü. Okunu ne zaman, nereye fırlatacağı hiç belli değildi…”

Eril özellikli kültürün baskınlığında şekillenen dengesini bulamamış dünyada, bize biçilen rollerin köleliliğinde hareket edip, kadınlığımıza da, erkekliğimize de yabancılaşıyoruz.  Sonra ya kaygıyla, ya korkuyla ya yalnızlıkla ya da öfkeyle çevrili düzlemlere saplıyoruz okumuzun ucunu.

Jale Parla (2004) “Kadın eleştirisi neyi değiştirdi” yazısında, 1845’te Margaret Fuller’ın yazdığı “Woman in Nineteeth Century” kitabına değinerek şunu diyor: “…Fuller’a göre kadınlar, içlerindeki cevheri keşfetmeliydiler. Ancak bu sayede insanlık yitirdiği bütünlüğü yeniden bulabilir, kutuplaşmış özellikler tekrar bir araya gelip bütün insanı yaratır ve kişiyi toplumun ona biçtiği rollere hapsolmaktan kurtarabilirdi”.

Bu cümledeki “bütünlüğü”, “bütün insanı yaratır” ifadelerini çok önemsiyorum. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, bizim kadın-erkek diye ayırdığımız ve ötekileştirdiğimiz rollerde bir şeyi unutuyoruz: hepimizin içinde birbirlerini tamamlayan bir eril-dişil yönler var (Carl Jung’un Anima ve Animus tanımlaması). Bir üstünlük değil, bir bütünlüğü oluşturan iki güç.  “Dölleme” ve “doğurma”. Hayatın iki zıtlığı bir diyalektik içinde hareket ediyor. Görmemiz gereken bu denge.

Kadın-erkek ikiliğinin toplumsal rolü ile ilgili olarak, Herbert Marcuse “Marksizim ve Feminizim” kitabında şöyle der: “ …erkek egemen bir kültür olan kapitalizmin değerlerinin, bastırma gereksinimlerinin ve saldırganlığının kesin bir olumsuzlanması olması gerekir.” (aktaran Jale Parla, 2004, Kadınlar Dile Düşünce kitabından).  Bir başka ifadeyle, eril kültürün, dişil kültürün temsil ettiği ‘hayatın kalitesi, sıcak ilişkiler kurma, zayıfları kollama, dayanışma’ değerlerle dengelenmesi. Bir eşitlik ya da üstünlük değil bir bütünlük meselesi.

Kendi içimizdeki cevhere odaklanıp, zıtlıkların dengesine kavuşma arzusunda olmanın bizi insanlığa götüreceğine inanıyorum, toplumun bize çizdiği rolleri oynama kaygısında olmadan…

Son olarak, kadınlığın bastırıldığı, dişil söylemlerin arka plana atıldığı zamanlarda,  kadınlığın varoluş mücadelesinde hiç çekinmeden kalemi eline alan tüm kadın yazarlarımıza, kimi zaman tek başına vermek zorunda kaldıkları bu mücadeleden ötürü teşekkürü bir borç bilirim.

Bugün kalemimizi oynatmamızdaki etkileri büyük…

Dişil güçlerin arka plana atılmadığı günlere, emeğin gücüne ve bütünlüğe olan tüm inancımla…

Anima ve Animus

* HOFSTEDE, G. (1991). Cultures and Organizations: Software of the Mind, The McGraw-Hill Book Company, London.

Not: Hofstede’nin yukarıda kaynak verdiğim araştırmasında Türkiye, İspanya, Fransa, Brezilya, Norveç’de dişil değerleri esas alan kültürü benimsedikleri; Yunanistan, Japonya, İtalya, Almanya ve Amerika’nın ise eril değerleri esas alan kültürü benimsedikleri görülmüş. Hofsteden, 40 ülkede yaptığı çalışmalar sonucunda kültürün; güç mesafesi (power distance), belirsizlikten kaçınma (uncertainity avoidance), bireycilik/toplulukçuluk (Individualism/Collectivism) ve erillik/dişillik (Masculinity/Femininity) olmak üzere dört boyutu olduğunu belirlemiş. Eril toplumlarda, girişkenlik, başarı, performance (“you live to work”), rekabet gibi özellikler söz konusudur. Eril toplumlarda kadın ve erkek rolleri kesin olarak belirlenmiştir ve bunlar ayrıdır. Dişil kültürün göstergesi ise, dayanışma, yaşam kalitesi, insan-çevre insan ilişkilerine önem verme olarak saptanmıştır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s