Karadeniz…Gönüllü çiftçilik ile ilgili gezilerimde hep Ege kıyılarında kaldığım için eleştirilmiştim. Bu sene Karadeniz’e gittim. Coğrafyanın insan yaşamında ne kadar önemli olduğunu deneyimledim. Ve her coğrafyanın ayrı zorluğu olduğunu. Rize, Fındıklıdaydım. Düz bir arazi yok, çapa vururken, eğimden ve kayganlıktan dolayı ayağını yere sağlam basamıyorsun. Bir de üstüne, büyük dikenli ve yağmuru yedikçe gövde kazanmış çalılar eklenince çapa iyice zorlaşıyor.

Bizim araziye giderken, öyle yerlerden geçtik ki, trekking yolculuğuna çıkmış gibiydik her gün.
Nem çok yüksek – bir gün %95’i gördüm. (Benim kısa saçım 4 saatte tam kuruyamadı) O yüzden çalışırken her yerin su gibi oluyor. Bir de üstüne yağmur yağsa da fark etmiyor 🙂 Eğimli arazide herkes ayrı bir yerde çalışıyor. Sesleri duyurmak için sürekli bağırarak konuşuyorlar. Karadenizlilerin, yüksek sesle konuşma alışkanlığı buradan kaynaklı diyebiliriz.
Horon çevirirken söylenen “Ses ver, ses ver”; “Oy Dağlar, Dumanlı Dağlar” gibi söylemler hep bu çaylıklar arasındaki söylemlerden.

İnsanı eğlenceli ve samimi. Doğal bir komiklikleri var. “Denizdeki Hamsi gibi oynak, eğlenceli oluruz ama onun denizde parlayan gümüş rengi gibi, arada da bir parlayıp, söneriz” diyorlar 🙂
Çoğu yer çaylık. Çay için “yeşil altın” deniyor. Bir kısım yerde fındık ağaçları var. Son birkaç yılda da kivi ekilmiş ama çok para getirmediği için tekrar çaya dönmüş çoğu.

Aslında çaylık arazide çiftçilik toplamda sadece 4 ay yapılıyor dediler. Kalan aylarda geçim, alınan çay paralarıyla oluyor. Baharda ot temizliği gübreleme; Temmuz-Ağustosta da çay toplama. Eğer yeni çaylıksa – ki ben öyle bir yerde çapa yaptım- ilk 5 yıl, ot mücadelesi ve gübrelemesi çaba istiyor. Eğer dedelerden kalma 40-50 yıl önce ekilmiş çaylıklarsa iş daha kolay. Çayda otla mücadele çok kritik, çünkü çay dediğimiz, onun yaprakları. Yapraklarını keserken araya dikenler, başka otlar da girebilir eğer iyi temizlenmezse.
Çayın işçiliğinden ziyade çayı satmak mesele. Çaykur, belli bir kota sistemi ile çalışıyormuş- Örneğin 100 kg çayının 40 kilosunu Çaykur alacak diye. Kalan 60 kiloyu satmak çiftçinin derdi. Bu yüzden Artvin-Hopa’daki Hopa Çay kooperatifini çok önemsiyorum. Üreticiden direk tüketiciye çay ulaştırıyor Hopa Çay. “Halk üretiyor, Halk kazanacak” misyonu. 1959 yılında kurulmuş kooperatif, 2012 yılında sorunların üstesinden gelmek ve kooperatife sahip çıkmak için, mevcut yönetim devralmış Kooperatifi. Bir başkan olsa da, kendini bir “başkan, lider” olarak görmüyor; “bir ekibin parçasıyım” diyor. Çay satışından elde edilen gelir, şu aşamada kooperatifin önceki yıllardaki yüksek borçlarını kapatma ve üretici paralarını vermek için kullanılsa da, sonrası için hedef üreticinin tüm temel gıda ihtiyacını karşılayacağı bir market kurmak, çay için ihtiyacı olan gübreyi sağlamak ve özel sektör çay firmalarının üretici üzerinden sağladığı rantı kaldırmak. Aracısız çaya ulaşmak ve üreticiye destek olmak isterseniz, hopacay.org sitesini ziyaret edip, whatsapp hatlarından sipariş verebilirsiniz.

Bölgede hayvancılık çok azalmış. Eskiden her 100 evden 60’ında hayvan varken, şimdi 20’sinde ya var ya yok dediler. Hamsi temel besin kaynağı olsa da, kullanılan kimyasal gübrelerden dolayı, (ki onlar yağmurla derelere sonra denizlere akıyor) deniz eskisi gibi değil yorumlarını duymak beni üzdü.
O doğal mısırlardan ise kaç tane kaldığını bilmiyorum. Yerli tohum mısır yetiştirene, varsa da, ben maalesef rastlayamadım. O yüzden Rize’den Mısır unu getiremeden döndüm.
Aslında bölgede her şey yetişiyor – domates, üzüm, incir vs. Ama tatları alıştığım gibi değil, güneşin yokluğunun etkisiyle şeker oranı biraz düşük sanki.
Hava sisli ve yağmurlu olduğu için bu sefer yaylalarına gidemedim. Bir Instagrammer pozum eksik kaldı yani 🙂
Karadeniz farklı bir deneyim oldu benim için, ve coğrafya bir insanın hayatında ne kadar önemli bir kez daha gördüm.